Emeklilik Forumu
=> Daha kayıt olmadın mı?

EkleBunu Sosyal Paylaşım Butonu BU HERKESE YARARLI FORUMU LÜTFEN FACEBOOK VE BENZERİ SOSYAL PLATFORMLARDA PAYLAŞMAK İÇİN BU BUTONA TIKLAYIN EkleBunu Sosyal Paylaşım Butonu

Emeklilik Forumu - Kıbrıs`ta Doğrudan Müzakereler Başlarken

Burdasın:
Emeklilik Forumu => ÇOK OKUNAN HABERLER => Kıbrıs`ta Doğrudan Müzakereler Başlarken

<-Geri

 1 

Devam->


emeklilikhaber.com
(şimdiye kadar 327 posta)
03.09.2008 14:25 (UTC)[alıntı yap]
Kıbrıs`ta Doğrudan Müzakereler Başlarken

`Oniki Ada` olarak isimlendirilen Ege`deki adalar grubunun İtalya tarafından 1947 Paris Antlaşması`yla eski sahibi Türkiye`ye değil Yunanistan`a verilmesinden sonra, Yunanistan, bu defa `self-determination` ilkesinin uygulanması yoluyla Kıbrıs adasını ülkesine katmak için 1954 yılında BM`de teşebbüslere başladı. Yunanistan`ın bu girişimleri, Kıbrıs konusunu uluslararası sorun haline getirdi. Türk basınının da öncülüğüyle Kıbrıs sorunu Türkiye`de `ulusal dava` olarak benimsendi. 1960 Andlaşmalarıyla kurulan ve Kıbrıslı Türklerle Kıbrıslı Rumlar`ın eşit statüde kurucu unsur olarak katıldıkları Ortaklık Devleti`nin, Rumlar tarafından yıkılmasından sonra da Kıbrıs sorunu 45 yıldır Türk Tarafı`na atfedilemeyecek sebeplerle çözülemeden kaldı.


Başbakan Erdoğan`ın son defa 20 Temmuz törenleri vesilesiyle Lefkoşe`de yaptığı konuşmada hatırlattığı gibi `1974 Barış Harekâtı Kıbrıs Türkü`nün soykırıma uğramasını engelledi. Barış Harekâtı, toplu mezarlara ağıt yakan Kıbrıs Türkü`nün kaderini değiştirdi.` BM zemininde yürütülen çözüm arayışlarında çözüm için ortaya konulan düşünceleri, çerçeveleri ve ayrı referandumlarla kabul edildiği takdirde hemen yürürlüğe girecek olan antlaşmayı 1980-83 döneminde, 1985, 1986, 1992, 1994 ve 2004`de reddeden taraf Rumlar oldu. Rumlar, kendilerinin çözümü reddeden bu tutumlarına tepki olarak ortaya çıkan KKTC olgusunun dünyaya verdiği anlamlı mesajı doğru biçimde okuyamadılar. ENOSİS ülkülerini Kıbrıs Türk Halkı`nın olağanüstü fedakârlıkları, direnci ve Türkiye`nin kararlı duruş ve tutumu karşısında `şiddet` yoluyla gerçekleştiremeyeceklerini idrak etmeğe başladılar. `ENOSİS` hedefine, bu defa, Türkiye`nin AB`ne tam üye olma projesini ve Kıbrıs Türk Halkı`nın AB`ne katılma isteğini istismar suretiyle AB potasında ulaşma stratejisini Yunanistan`la işbirliği halinde uygulamaya koyuldular. Bunu yaparken, Türkiye`de 2002 sonundan itibaren gittikçe yüksek sesle dile getirilmeğe başlanan `Kıbrıs sorununa mutlaka bir çözüm bulunulmasının gereğine inanılmaktadır; biz bu sorunu çözeceğiz; bir Kıbrıs için ülkemizin AB üyeliğini mi feda edeceğiz; siyaset sorunlara çözüm bulma sanatıdır; önceki hükûmetler, bürokratlar ve Sayın Denktaş çözümsüzlük çözümdür zihniyetiyle hareket etmişlerdir; çözüm arayışlarında biz daima bir adım önde yürüyeceğiz` mealindeki söylemlerden ve AB`nin tutumundan umut ve cesaret buldular. Kıbrıs konusundaki terminolojide yer alan `ulusal dava` ve `anavatan Türkiye` gibi kavramları tercih etmeyen, Kıbrıs Türk Halkı`nın sözde `Kıbrıs Cumhuriyeti`ne` yamanarak AB`ye katılmasında sakınca da görmeyen, Rum komünist AKEL Partisiyle aynı ideolojik kökenden gelen CTP`nin KKTC`de iktidara gelmesini siyasetlerini kolaylaştıracak bir faktör olarak değerlendirdiler. AB tam üyeliğini daha 1999 AB Helsinki Zirvesi`nde garantilemiş olmanın verdiği güven duygusuyla da ANNAN Plânı`nın kendileri için ortaya koyduğundan daha elverişli bir çözümü ileride elde edebileceklerine inandılar ve inandırıldılar. Sonuçta, 24 Nisan 2004 referandumunda çözümü reddettiler.


3 Eylül 2008 tarihinde Talât-Hristofyas doğrudan müzakerelerinin başlamasıyla, Kıbrıs`ta çözüm arayışlarında yeni bir döneme girilmektedir. Doğrudan müzakereler bir çözüm şekline ulaşırsa, elde edilen sonucu, Türkiye`deki ilgili ve yetkili devlet kurumlarının ve makam sahiplerinin basın bildirilerinde ve verdikleri demeçlerde hedeflenen çözüm şekli ve bunun unsurları hakkında yaptıkları açıklamaları ve tarifleri esas alarak değerlendireceğiz. Bu aşamada, MGK`nın 24 Nisan 2008 toplantısından sonra yayınlanan basın bildirisinin Kıbrıs bölümünde ve Sayın Cumhurbaşkanının, Sayın TBMM Başkanının Barış Harekâtımızın 34. yıl dönümü münasebetiyle Sayın KKTC Cumhurbaşkanına gönderdikleri yazılı mesajlarda, ayrıca, Lefkoşe`deki 20 Temmuz törenlerine katılan Sayın Başbakanın konuşmalarında Kıbrıs sorununun çözüm şekli hakkında zikrettikleri temel unsurları ve kavramları saptamak ve Talât ile Hristofias`ın 21 Mart 2008`de başlattıkları süreçte çözüm için belirledikleri çerçevede bu unsurların ve kavramların yer alıp almadığına bakmak istiyoruz.


Ortak payda olarak beliren kavramlar şunlardır:


A. `Çözümün Ada`daki gerçekler temelinde` olması


Bu çerçevede, Cumhurbaşkanı Gül, `Ada`daki mevcut gerçekler` sözünden ne anlaşılması gerektiğini, `Kıbrıs`ta siyasî açıdan bir birine eşit iki halk, iki demokrasi ve iki devlet mevcuttur` sözleriyle çok açık biçimde ifade etmiştir.


TBMM Başkanı Toptan, `KKTC`nin siyasî eşitliğini....güvence altına alacak` kapsamlı ve hakça çözüm isteğini dile getirerek, KKTC`nin yaşatılmasını esas alan bir çözüm şekline destek vermiştir.


Ada`daki gerçeklerin en belirgin olanlarından biri de `iki kesimliliktir`.


`Ada`daki gerçekler temelinde çözüm` anlayışı, Talât-Hristofyas mutabakatlarına hiçbir şekilde yansımış değildir. Esasen, BM kararları da Ada`daki gerçeklere Rumların gözüyle bakmaktadır.


ANNAN Plânı`nda da öngörülmüş olduğu üzere, çözümle birlikte KKTC`nin ortadan kalkması kaçınılmaz bir sonuç olarak görünmektedir. BM Güvenlik Konseyi kararları `Kıbrıs Cumhuriyeti`nin` temelinde bir çözüm öngörmüşler ve KKTC`yi yok hükmünde saymışlardır.


İki `halk` kavramına BM`nin Kıbrıs terminolojisinde yer olmadığı bilinmektedir.


BM`nin `iki kesimlilik` hakkında yapmış olduğu tarif, çözüm halinde on binlerce Rum`un Türk kesimine yerleşmesine ve mülklerini elde etmelerine kapıyı peşinen açmıştır.


B. `İki Kurucu Devlet`in eşit statüde` olması


Bu konuda Türk kamuoyuna verilen bilgiler İngilizce olarak hazırlanan belgelerde kullanılan kavramları doğru biçimde yansıtmamıştır.


Talât ve Hristofyas çözüm arama sürecinin hedefi olarak belirledikleri `iki kesimli, iki toplumlu federasyonun` biri `Kıbrıs Türk`, diğeri `Kıbrıs Rum` olmak üzere iki `Oluşturucu Eyalete` (Constituent State) sahip olmasını kararlaştırmış bulunmalarına rağmen, bu kavram Türk kamuoyuna `Kurucu Devlet` olarak yansıtılmıştır. `Oluşturucu Eyalet` ile `Kurucu Devlet` kavramları arasında idarî, hukukî ve siyasî içerikleri, nitelikleri ve doğuracağı sonuçlar bakımından büyük farklar vardır. Burada iki yanlışlık yapılmaktadır. Birincisi, Türkçede kullanıldığı konuya göre hem `devlet` hem `eyalet` anlamına gelen İngilizcedeki`state` kelimesi, İngilizce orijinal metinde hukukî içerik bakımından aslında `eyalet` ve hattâ `vilâyet` anlamına gelecek şekilde kullanılmış olmasına rağmen, Türkçeye `devlet` olarak tercüme edilmektedir. İkinci yanlışlık da `kurucu` kavramında ortaya çıkmaktadır. Orijinal İngilizce metinde `kurucu` (founding) kavramı yoktur. Türkçeye `oluşturucu` olarak tercüme edilmesi gereken `constituent` kelimesi kullanılmıştır.


Bir yanlışlık da, daha önce, 24 Nisan 2004`de ANNAN Plânı`nın ortaya çıkardığı Antlaşma üzerinde cereyan eden referandumda Kıbrıs Türk Halkı için hazırlanan Türkçe oy pusulasında yapılmıştır. İngilizcesine göre `Kıbrıs Türk Eyaleti` olarak yazılması gereken `Turkish Cypriot State` kavramı Türkçeye `Kıbrıs Türk Devleti` olarak çevrilmiştir.


Kısacası `iki Kurucu Devlet` kavramı Talât-Hristofyas mutabakatında yer almış değildir.


C. Siyasî Eşitlik


MGK, `iki Taraf`ın siyasî eşitliğinin` çözüm çerçevesinde korunmasının esas olduğunu belirtmiştir. TBMM Başkanı `KKTC`nin siyasî eşitliğinden` söz etmiştir.


Talât ve Hristofyas, çözüm için üzerinde mutabık kaldıkları `iki toplumlu` çözüm çerçevesinde Türk Tarafı`nın vazgeçilmezleri arasında yer alan `siyasî eşitlik` kavramı için BM Güvenlik Konseyi kararlarındaki tarifi esas almışlardır. Buna göre, siyasi eşitlik iki taraf arasında nihai çözüm çerçevesinde geçerli olacak ve toplum (federe birim) düzeyinde anayasaya konulacak hükümlerle sağlanacaktır.


D. Egemenlik


Kıbrıs Türk Halkı`nın 1963-74 döneminde yaşamış olduğu acı tecrübe, aranan çözüm şekli çerçevesinde `egemenlik`, `egemenlikte eşit ortaklık`, `egemen eşitlik` gibi kavramlara can alıcı bir nitelik kazandırmıştır. Oysa, Talât – Hristofyas görüşmelerinde çözüm için ortaya çıkan çerçevede ve ayrıca, çözüm için esas alınan BM Güvenlik Konseyi kararlarında, hedeflenen federal çözümde devletin `tek egemenliğinin` ve `tek hukukî kişiliğinin` olması öngörülmüştür. `Egemenliğin` kaynağı belli değildir. 1960 düzeni `iki eşit kurucu toplumun` üzerine bina edilmişti. Ancak, devletin `tek egemenliği` olduğu ve bu egemenliği, uygulamada nüfus üstünlüğü dolayısıyla hâkim güç gibi hareket imkânını bulan Rumların temsil ettiği ve uluslararası toplumun BM Güvenlik Konseyi`nin kararlarında ifadesini bulan siyasî tercih ve desteği de Rumlardan yana tecelli ettiği için, 1960 düzeni yıkılınca Rumlar yollarına `Kıbrıs Cumhuriyeti Devleti ve O`nun Hükûmeti` olarak devam etmişlerdir. Kıbrıslı Türkler ise hüviyetsiz olarak ortada kalmışlardır. `Siyasî eşitlikle` beraber `egemenlikte eşit ortaklığı` içermeyen bir çözüm şeklinin Kıbrıs Türk halkı için yeterli güvence sağlayamayacağını düşünüyoruz.


D. Yeni bir ortaklık Devleti` kurulması


Bu unsur, Talât – Hristofias görüşmelerinde ortaya çıkan çözüm çerçevesinde yer almış değildir. BM Güvenlik Konseyi Kararlarında da Kıbrıs sorununun yeni bir devlet kurulması suretiyle çözüme kavuşturulması düşüncesi yoktur. Kaldı ki, Hristofias, 1960 `Kıbrıs Cumhuriyeti`nin` bünyesindeki ortaklığı hatırlatarak `yenilenmiş ortaklık` kavramını dile getirmiştir. 2004`deki referandumun oy pusulasında da `yeni ortaklık` değil `yeni düzen` kavramı kullanılmıştır.


E. Garanti ve İttifak Andlaşmaları`nın yürürlükte kalması


Talât-Hristofyas görüşmelerinde ortaya çıkan mutabakatlarda güvenlik ve garantiler konusuna henüz yer verilmemiştir.


Nihai çözüm çerçevesinde Garanti ve İttifak Andlaşmalarının `yeni düzene` uyarlanarak yürürlükte kalacakları varsayılsa bile, Türkiye`nin bu andlaşmalardan doğan haklarının ve yetkilerinin uygulama bakımından değer taşıyıp taşımayacağı üzerinde durmak lâzımdır. Zira, KKTC Liderliği, çözümle birlikte, esasen AB tarafından `Kıbrıs Cumhuriyeti`nin` parçası kabul edilen Kuzey Kıbrıs`ın AB`ne katılması düşüncesini taşımaktadır. Kaldı ki, Kıbrıs Türk halkı, 24 Nisan 2004 referandumunda, çözümle birlikte AB`ne katılma yönünde oy vermiştir.


F. Parametrelerin Korunması


MGK Bildirisinde bu unsur özellikle vurgulanmıştır. Çözümle birlikte, Egemen İngiliz Üsleri hariç, Ada`nın tamamının AB`ne katılmış olması halinde ve bu durumun, özellikle, Türkiye de AB`ne tam üye olmadan gerçekleşmesi durumunda, çözüm şeklinin parametreleri, özellikle, iki kesimlilik, AB hukukunun etkisine maruz kalacaktır. 1960 Antlaşmalarıyla Türkiye ile Yunanistan arasında Kıbrıs bakımından kurulmuş olan hassas denge tamamen yok olacaktır. Türkiye`nin Ada üzerindeki `etkin` ve `fiilî` garantisi zayıflayacaktır.


Doğrudan müzakereler yürütülürken, günümüzde suni bir çözüm şekli olan federasyonların dağılma sürecine girmiş oldukları dikkate alınmalıdır. Çeklerle Slovakların dostane biçimde ayrılarak ayrı ayrı AB`ne tam üye olmayı başardıkları; Belçika`da Valonlarla Flâmanlar arasında ayrılma eğiliminin ortaya çıktığı; Kosova`dan sonra, Güney Osetya`nın ve Abhazya`nın da bağımsız Devlet olmaya ehil görüldükleri ve bağımsızlıklarının tanındığı gibi gerçekler de göz önünde tutulmalıdır.


Papadopulos`un çözümü reddeden tutumunun zamanla KKTC`nin varlığını da içeren Ada`daki status quo`nun yasallaşmasına ve uluslararası plânda kabul görmesine yol açacağı endişe ve korkusunun, Hristofyas`a iktidar yolunu açtığı bilinmektedir. Bağımsızlık ilânı Türkiye dahil Batılılar tarafından destek ve kabul gören Kosova`dan sonra şimdi de Güney Osetya`nın ve Abhazya`nın bağımsızlıklarının Rusya tarafından tanınmış olması Rumlardaki kaygıyı derinleştiriyorsa, Rumlar için bu kaygıdan kurtulmanın en akılcı ve kısa yolunun, Kıbrıs`taki bölünmeye kendilerinin hayalci siyasetlerinin sebep olduğunu kabullenerek, içinde KKTC`nin de bulunduğu Ada`daki gerçekler temelinde bir çözüme rıza göstermek olduğunu düşünüyoruz.


KKTC iki buçuk ay sonra kuruluşunun 25. yıldönümünü şerefle kutlamağa hazırlanmaktadır. Oysa, 1960 `Kıbrıs Cumhuriyeti`ni` temel alan `iki toplumlu` bir çözüme ulaşılması halinde, KKTC`nin varlığı sona erdirilecektir. Kosova, aralarında Türkiye`nin de bulunduğu AB ve NATO Ülkelerinin, Güney Osetya ve Abhazya da Rusya`nın desteğiyle bağımsız varlıklarını sürdürürlerken, KKTC`nin ortadan kalkması tarihî bir çelişki ve tutarsızlık oluşturacaktır. Böyle bir durumun uluslararası toplumda Türkiye`nin ağırlığı ve gücü hakkında nasıl bir izlenim bırakacağı iyi hesaplanmalıdır. Türk Ulusu böyle bir zillete katlanabilecek midir?


Kafkaslardaki son gelişmelerin seyri içinde, `soğuk savaş şartları` gibi sözler de telâffuz edilmeğe başlanmıştır. Rusya Devlet Başkanı Medvedev`soğuk savaş ihtimali dahil hiçbir şeyden korkmuyoruz` şeklinde konuşmuştur. Soğuk savaş şartlarına dönülmesini kimse istemez ve bunu dilemez. Ancak, bu sözlerin bizatihi dile getirilmiş olması uluslararası ilişkilerde her an beklenmedik ciddi gelişmelerle karşılaşılabileceğine bir işaret sayılmaz mı? `Karadeniz`de oluşan fırtınanın, doğu Akdeniz`i ve Ortadoğu`yu etkisi altına alacağından` söz eden yorumcular vardır. Rusya`nın Suriye`nin Lazkiye Limanıyla yeniden ilgilenmeğe başladığını iç ve dış basında okumaktayız. Türkiye, sahildarı olduğu Karadeniz`de ve yakın çevresinde, sonunun nereye varacağı önceden kestirilemeyecek gelişmeler meydana gelirken ve olaylar Boğazların statüsü bakımından ve ayrıca mensubu olduğu NATO ve yakın komşuları Gürcistan ve önemli ticaret ortağı Rusya ile irtibatlı olarak , doğrudan kendisini de ilgilendirirken, stratejik çıkarlarının ve ahdî ve tarihi bağlarının ve yükümlülüklerinin bulunduğu Kıbrıs`ta KKTC Liderliğince aceleye getirilecek sakat bir çözüme razı olabilir mi? 1960`da nihai olarak halledildiği sanılan veya o zaman öyle ümit edilmiş olan Kıbrıs sorununun 1963`de daha da ağır ve kalıcı biçimde yeniden ortaya çıktığı unutulabilir mi? İngiltere için stratejik önemi ve değeri yüksek olan Kıbrıs Adası`nın, 21. yüzyılda enerji terminali rolü oynamaya hazırlanan Türkiye bakımından önemi, sırf AB üyelik süreciyle ilgili mülâhazalarla, görmezlikten gelinebilir mi?


KKTC Liderliğinin, Kıbrıs Adası`nın ve Ada`daki durumun sadece Kıbrıs Türk Halkının değil, bütün Türk Ulusunun hayatî çıkarlarını ilgilendirdiği gerçeğinin bilinci içinde müzakereleri yürütmesini ve başarılı olmasını diliyoruz.


• Konusu ASAM`IN mutat çalışma alanı dışında olan bu yazılar önemleri nedeniyle bu köşede yer almaktadır. Yazıdaki görüşler yazarın kendisine ait olup ASAM`ı bağlamamaktadır.


• These texts which deal with themes falling outside of the standart field of work of ASAM, are placed in this section due to their signficant importance. The views expressed in them exclusively belong to their authors and do not, in any manner, bind ASAM.

2008-09-03 ASAM


Cevapla:

Nickin:

 Metin rengi:

 Metin büyüklüğü:
Tag leri kapat



Bütün konular: 1013
Bütün postalar: 1167
Bütün kullanıcılar: 86
Şu anda Online olan (kayıtlı) kullanıcılar: Hiçkimse crying smiley
 
Bugün 386 ziyaretçi (626 klik) izlenimi aldık. Copyright © 2009 www.emeklilikhaber.com
Bu web sitesi ücretsiz olarak Bedava-Sitem.com ile oluşturulmuştur. Siz de kendi web sitenizi kurmak ister misiniz?
Ücretsiz kaydol